2006 - Mart, Sayı: 241, Sayfa: 041
O Rahmân ve Râhîm olan Allah(c.c.)’ın emrettiği istikamette Kur’ânî bir hayat yaşayan, Âlemlere Rahmet olan İki Cihan Serverimiz(s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerini hayatına taşıyan, kalplere “Gül” yaprağıyla sevgi döşeyen ve Yozgat’ın gönül dünyasına güneş olup ışıyan müstesnâ bir mânâ sultanıydı…
O, mânânın vârisleriyken maddenin köleliğinde körelen ve hayatın dış yüzünde yorulan insanımızın iç dünyasını şekillendiren bir gönül mimârıydı…
O, düşünce kutuplarımıza îmân ateşi taşıyarak yüreklerimizi tutuşturan, kalplerimize “Gül” yüzlü güneşler bölüştüren, İslâm’ın ferâhfezâ ikliminde gönülleri buluşturan ve Anadolu’nun bağrından fışkıran berrak bir hakikât pınarıydı…
O, İslâm’ın özünü anlayan ve anlatan; İslâm’ın topyekûn bir hayat nizamı olarak kabul edilmesi gerektiğini kavrayan ve kavratan; yaratılış gâyesini idrâk edemeyen hiçbir idrâkin, idrâksizliğin ötesine geçemeyeceğini bilen ve bildiren; “dînî bir hayatın ve hayatlı bir dînin” ifrat ve tefrîte kapalı, vasat ve îtidâle açık olması gerektiğini zihinlere nakşeden; Müslümanların ruh ve akıl irtifâlarını yükselterek “akl-ı selîm, kalb-i selîm, zevk-i selîm” dâiresinde yaşamasının bir mecbûriyet olduğunu belirten; neslimizin ruh hamurkârıydı…
O, “akledecek kalbe” hayatiyet kazandıran, îmân edecek aklı yüreklendiren, ruhumuzun izzetini gölgeleyen günahkâr irâdemizi nedâmet sırrına erdiren, kanadı kırık dünyevî tutkulara İlâhî aşkın güzelliklerini bildiren ve hayatın “Hakikat”le kemâle ermesi için aklımıza aşkla abdest aldıran bir Allah (c.c.) dostuydu…
O, bizleri gaflet girdâbından kurtarıp îmanın âsûde sâhiline kavuşturan, gözyaşlarımızla sırılsıklam olan mütebessim bakışlarımızı Muhammedî sevdâlarla buluşturan, tebliğini yaşantısıyla, söylediklerini yaptıklarıyla konuşturan, sükûtun bütün lehçelerini bildiği için hâl diliyle konuşan, kalbinin nabzını lisânına döken, İlâhî aşkı sadece diline tesbih etmeyip hayatıyla da çeken bir mürşitti…
O, Mekke’nin tevhîd nûrunda yıkanan, her dem “Gül” aşkıyla yanan, kendimize âit mukaddes rüyâlar görmemiz için mânevî dünyamızı aydınlatan, “Emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker” için bir ömür boyu durup dinlenmeden çalışan, tevâzuun zirvesinde şâhikalaşan ve gökkubbede “hoş sadâ” bırakan bir insan-ı kâmildi…
O, “Sonsuzluk Kervânı”yla yola koyulan, insanımızın rûhunda “bir nübüvvet mektubu” olarak duyulan ve milletimizin gönül fâtihleri olan “Velîler Ordusu”nun günümüzdeki son temsilcilerinden birisiydi…
O, “7 Ocak 2002” tarihinde Hakk’a yürüyen gönül dünyamızın tâcı, Yozgat’ın Mânevî Sembolü Şeyhzâde Ahmet Efendi’ydi…
Fizikî coğrafyada bozkır egemen bir toprağa meskûn olan Yozgat için, yağız yer ve mavi gök arasında yeşil bir çevrenin bütün özelliklerini tebellür ettiren “Çamlık”ın anlam ve önemi ne ise; Yozgatlıların metafizik dünyasında da “Kubbe-i Hadrâ”dan tevârüs ettiği cennet-âsâ baharların nurânî güzelliklerini gönül semâlarımıza şehbâl açtıran Şeyhzâde Ahmet Efendi de aynıyla ona mümâsildi… Ve Efendi Hazretleri; “Gül” kokan gölgesinde herkesin derdine dermân bulduğu, irfânına pervâne olduğu, irşâdıyla nefes aldığı, ta’biri câizse “Manevî bir Çamlık”tı…
Gerçekten de; hangi meşrebe, hangi mesleğe, hangi mizâca ve hangi kanaâte sahip olurlarsa olsunlar, yediden yetmişe bütün Yozgatlılar ve O’ndan feyz alanlar; Şeyhzâde Ahmet Efendi’ye duydukları hürmet ve muhabbette aynı noktada birleşir, O’na karşı besledikleri saygı ve sevgide de aynı ortak paydada buluşurdu…
Bu müşterek sevgi ve hürmetin bir muhabbet sağanağına dönüşerek Efendi Hazretleri’nin şahsında tezâhür etmesi elbette sebepsiz değildi…“Hakikat Aşkı”nın, aşkın bir şuur hâlinde yansıması O’nda temâyüz ettiği için insanımız Ahmet Efendi’yi gönül dünyasına tâc etmiştir… Çünkü O; İslâm’ı hakiki mânâsıyla idrâk etmiş, Ehl-i Sünnet çizgisinden hiçbir zaman ayrılmamış, davranışlarında her zaman ve her zeminde “Kâinatın Solmayan Gülü”nü örnek almıştı… Çünkü O; tevâzuu ve sâmimiyeti, nezâket ve zarâfeti, şefkât ve muhabbeti, müsâmaha ve sükûneti, mütebessim çehresi ve doyumsuz sohbetiyle hülâsâ Muhammedî ahlâkıyla örnek bir Müslümandı…
Şeyhzâde Ahmet Efendi, ufuklarımızdaki zifirî karanlığı fecr-i sâdığa çevirecek olan tek istikametin Kıble, tek önderin Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Hakk’a ulaşma vâsıtasının “Altın Silsile” ve tek gerçeğin “Mutlak Hakikat” olduğunu zihinlere, yüreklere ve ruhlara nakşeden bir mutasavvıftı…Bu sebeple, O’ndan ilhâm alanlarla birlikte bütün bir Yozgat; O’nu “Mânevî Sembol” olarak bilmiş, insanımız birlik ve dirlik rûhunun ışığını O’ndan almış, maddeyle kavrulan kalpler O’nunla hayat bulmuş, noksanlarımız “O’nun el’iyle” tamam olmuş ve yürekler onun nefesiyle “gönül” hâline gelmişti. Tasavvufun cümle güzellikleri “ete kemiğe bürünmüş” hâliyle ve en müşahhas kemâliyle O’nun şahsında belirdiği için; O’nu tanıyan herkes gibi, istisnâsız bütün Yozgatlılar da Efendi Hazretleri’ni ebediyen gönül tahtına oturtmuştur…
O, küllî bir tefekkür şuuru oluşturmak için ufuk çizgimizi genişleten, tefekkürün îmânı, îmânın teslîmiyeti, teslîmiyetin tevekkülü, tevekkülün de “Hasbünallahü ve ni’me’l-vekil” diyerek her işimizde Allah(c.c.)’ı vekil tutmayı bizlere öğreten, takvâ sahibi olmadaki tâkatsizliğimizi irşâdıyla güçlendiren, nefis terbiyesinin her şeyin başı olduğunu dile getiren, millî, İslâmî ve insânî hasletlerimizi, medeniyet tasavvurumuzu, kültür kodlarımızı ve tarih şuurumuzu mübârek ecdâdımız Osmanlılardan almamız gerektiğini çok güzel bir üslûpla anlatan muhterem bir muallim ve mübelliğ, muhteşem bir mürebbî, müstesnâ bir mutasavvıftı…
Şeyhzâde Ahmet Efendi, muhabbet duygusunun; aşkın aslî istikâmeti olan Muhabbetullâh’a vâsıl olduğu zaman maksûda ereceğini; ilmin, Mârifetullâh ufkuna ulaşmasıyla müsbet mânâda bir anlam kazanacağını ifâde ederdi… O; sevginin, “Müteâl” olanla bizleri irtibatlandıracağını hikmet ve irfan dolu sözlerle anlatırdı… O, İslâm’ı aşkla yaşayan, “Din aşktır” fehvâsınca Mârifetullâh ve Muhabbetullâh ikliminde aşkı yaşatan, aşkın ve iştiyâkın her işin başı olduğunu anlatan bir Hakk aşığıydı…
Türk-İslâm anlayışına göre, aşk; bir fâniye fedâ edilemeyecek kadar değerli bir duygu olduğu için, “aşk-ı mecâzî”, “aşk-ı hakîkî”ye yol bulduğu zaman ebedîleşir… Ulaşılması mümkün olan şeylere karşı hissedilen duygu, “Mutlak Hakîkât”e ulaşma yollarının bir vasıtasıdır… Muhabbet sofrasına bağdaş kuranlar, gerçek muhabbetin “Aşk-ı İlâhî” olduğunu gönül sultanlarının rahle-i tedrîsinde idrâk ederler… Zâten kâinat; muhabbet üzerine, sevgi üzerine, aşk üzerine yaratılmıştır… Muhabbet ufkunun zirvesi Aşk-ı İlâhî’dir ve gönüllerimiz de yaratılış gâyemizin ifâde ettiği bu fıtrî hakîkâte meyyâldir… Gerçekten de, gönül mescitlerini îman muhabbetiyle taçlandırmanın bidâyeti de, nihâyeti de Aşk-ı İlâhî’den geçer… “Fânî sevdâların esâretinden kurtularak onları gönülden tasfiye etmek, bâkî nimetlere ermenin vazgeçilmez şartıdır…Fânî muhabbetleri tasfiye, her muhabbetin nihâi gâyesini Allah’a bağlamakla mümkündür…” Unutmamak gerekir ki, İlâhî muhabbet ufkunda kalbi diri tutmanın yolu, Hakk’ı zikretmekten ve Muhabbetullâh’a erişebilmenin nihâi merhâlesi de Muhabbet-i Rasûlullâh’tan geçer…
Netice olarak şunu söylemek gerekir ki, bütün Allah Dostları’nın gönlünde en kâmil mânâsıyla yeşeren Muhabbet-i Rasûlullâh:
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?”
Dizelerinin ifade ettiği bir Aşk-ı İlâhî’dir…Ve ancak gönlü Muhammedî muhabbetlerle dolu olanlar; bu aşk vasıtasıyla Muhabbetullâh’a ulaşırlar…
***
2002 yılında öksüz kalan ve Aşk’ı İlâhî’ye meftûn olan Gül Yetimleri’nin hasret yolculuğu, muhabbet iklimindeki münzevî şafaklarda yeni bir “AŞK”a vâsıl oldu…Allah (c.c.) ve Rasûlulâh (s.a.v.) muhabbetine mebnî bir aşk iklimini devam ettirmek için Hakk aşkını aşk edinenler, “AŞK VAKFI ”na hayâtiyet kazandırdılar… Efendi Hazretleri’nin işâret buyurduğu istikâmette hareket ederek; mü’minlerin gönlündeki Allah (c.c.) sevgisini ziyâdeleştirmek için ‘Hakk’a muhabbet, “Gül”e meveddet, kula hizmet, yoksula hamiyet’ düstûrunu; “O’nu bulan neyi kaybetmiştir ki, O’nu kaybeden neyi bulmuştur ki” ölçüsü ve “Yediğin yok olur, yedirdiğin kalır; giydiğin yok olur, giydirdiğin kalır” anlayışıyla meczederek “AHMET ŞEVKİ ERGİN KÜLTÜR VE HİZMET VAKFI”, yâni “AŞK VAKFI”nı kurdular…
“AŞK VAKFI”; Vahiy Medeniyeti’nin müntesipleri olarak, sahip olduğumuz târihî vakıf kültürünü yaşatmak; madde ile mânânın, ilim ile îmanın terkibini yapmak; Şeyhzâde Ahmet Efendi’nin gönül ikliminden tevârüs ettiğimiz bu mukaddes mirâsı zâyi etmeden yeni nesillere tanıtmak; bu İlâhî aşkın ulvî heyecânını tatmak ve aziz milletimize tattırmak gâyesiyle kurulmuştur…
“AŞK”ın membaı Hakk, maksûdu Hakikat-i Mutlak’tır…
“AŞK”, dünyadan azâde kalmak, gönlü Muhabbet-i İlâhîye’ye âşinâ kılmaktır…
AŞK”, “Gül” sevdâsıyla serâpâ dolmak, “Gül” kokusuyla hemhâl olmaktır …
“AŞK”, Gül Yetimleri’nin Gül Yüzlülere duyduğu muhabbettir…
Allah (c.c) aşkına “AŞK”ı merbût için, gayret bizden, tevfik Yüce Rabbimiz’dendir…
Makale Altınoluk'tan Alınmıştır.